29 Nisan 2012 Pazar

Bir Daha Asla

 
    Korkudan daha güçlü bir duygu varsa o da umuttur. Yaşarken ölmek demektir umut. Güneşle ıslanmak, yağmurla kurulanmak... Ateş ile donmak, buz ile yanmak... Öyle bir duygu ki bu; umduğu gerçekleşmezse insanın, içten ölür. İçinden öldürür. Bir daha da asla diriltemez.
    Hayal kırıklığı diye bir şey varsa, umut kırıklığı da vardır. Kırılanlar kalbine batar, canını yakar. Bir kez daha ölürsün. Sonra en kötüsü olur.Yaşarsın. Bu yüzden yaşarken ölürsün. Arkana bakarsan, gözyaşı dökersin. Döktüklerin sel olur, boğulursun. Sonunda kaybeden yine sen olursun. Sonra bir de bakmışsın "umut etmeyi" unutmuşsun.

24 Nisan 2012 Salı

Evlilik hırsı, evde kalma fobisi

 
    Ben anlamıyorum nedir bu evlilik korkusu? Dünyaya taş gibi bir hatun olarak gelmişsin neden evlenmeyesin ki? Bence insanın hayat gayesi ''evlenmek'' olmalı. Kariyer, evlilik ardından iki de çocuk yaptın mı oh mis. Benim idealim bu yani. Hepsini aynı anda nasıl yaparım bilmiyorum ama evde kalacağıma umutsuz ev kadını mod: on olurum daha iyi. Evlenmiş olurum en azından.
    Erkekler bu konuda daha da ballı. Memlekette hatun daha fazla. Dolayısı ile seç, beğen, al.
    Evlilik korkusunun dışında bir de evde kalma korkusu var. Aha da ben. Tam anlamıyla ben yani. Ve sorun şu ki genelde evde kalma korkusu olanlar evde kalıyor. Nedenini çözemedim. Ne kadar çok damat adayı istersen evren seni o kadar çok yanlış anlıyor ve sen tek bir erkek sineğe bile muhtaç kalabiliyorsun. Detaylar bundan ibaret. Şimdi beni evde kalma korkum ile yalnız bırakın!

23 Nisan 2012 Pazartesi

11 Nisan 2012 Çarşamba

Not: Artık çok geeeeeç!

 
    Boşuna bekleme baharları, ne o papatyalar geri gelecek ne de içini ısıtan o güneş. Hiç yoktan iyidir yine de varlığını bilmek. Belki de anılarına sahip olmak, hatıralarına... Ama ne olursa olsun şu an yanında değilse papatyalar, gerçekten sana ait bile değilmiş hatıralar. Sonra kış biter, tekrar gelir ilkbahar ama gelmese de olur tekrar. Toprak haykıra haykıra, ''Artık Çok Geeeeç!'' demek ister papatyalara...

7 Nisan 2012 Cumartesi

The Hunger Games


     Bugün annemle birlikte sinemaya gittik. Neredeyse çekim aşamalarını adım gibi bildiğim, kitabını da okumuş olduğum o mükemmel filme, ''Açlık Oyunları''na gittik. Ne desem bilemiyorum. Şuan kendimi sevgilimden ayrılmış gibi hissediyorum. Böyle içime oturdu acısı. Neyin acısı? Tabiki filmin bitmesinin acısı. Bu filmi izlemeyen dünya üzerinde var olmamalı bence. Kitabını okumayan öküzler de hemen gidip, alıp, okusunlar. Vizyona girdiği ilk gün Amerika’da elde ettiği 68.25 Milyon USD hasılat ile tüm zamanların en yüksek ilk gün hasılatına sahip beşinci film ve haftasonu ulaştığı hasılat rakamı ile de tüm zamanların en yüksek haftasonu rakamına ulaşan filmler arasında üçüncü sırada yerini alan bir film için konuşmasak da olur. Rakamlar yeter yani...
    Filmde oynadığı Katniss Everdeen rolü ile Jennifer Lawrence benim gönlümü feth etti. Katniss'i Jennifer oynayacağını duyunca ilk önce ''Aman Allah'ım bu sarı çiyan nasıl Katniss olabilir?'' demiştim ama oyunculuğu ile beni kendine hayran bıraktı. Sahneler mükemmeldi. Sinemadan çıktığımda anneme ''Tekrar izlemek istiyorum, diğer seansa bir bilet daha alalım.'' dedim :) Ama eğer bana sorarsanız kesinlikle kitabı okuduktan sonra filmine gidin. Çok daha keyifle izlersiniz. Bu serinin üç kitabını okurken de hıçkıra hıçkara ağlamıştım. Filminde de hıçkıra hıçkıra ağladım. Çok aksiyonlu, bol fantastik, inanılmaz aşk dolu bir filmdi. Bu filme gitmeyen andavallara selamlar....
  • ''May the odds be ever in your favor!''


6 Nisan 2012 Cuma

Yeni Bir Renk

  
     Bir şeyler var sanki sende. Çığlık çığlığa susar gibi, sessiz sessiz haykırır gibi, su ile tutuşur gibi ve belki de sonsuza bakar gibi bakıyorsun gözlerime.  Ben aynı bendim. Sanki sen değiştin. Bedenin var yanımda ama ruhun yok gibi. Sahi sen nerdesin sevgili? Alev alev yanıyor gözlerin. Artık herkese bakar gibi bakıyor, herkese koktuğun gibi kokuyorsun... Şimdi, daha net görebiliyorum gözlerindeki buğulu hisleri. Yeni bir renk doğmuş gözlerinde. Bana yer yok artık kalbinde. Öyleyse gideyim sen kovmadan yüreğinden beni, yoksa kimseye anlatamam içimdeki seni...

2 Nisan 2012 Pazartesi

Alışılmamış Alışkanlık


  Bazen insan öyle bir özlüyor ki, dayanamıyor acısına. Her an özlüyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kendine kızıyor, sonra hayat devam ediyor. Ya da öyle olduğunu sanıyor. Öyle olmuyor çünkü. Geceleri yalnızlığına, sabahları yine yalnızlığına ağlıyor. Kendini yemeğe, içkiye, sigaraya, kahveye veriyor ama bir türlü kendisine gelemiyor. Haline acıyor. İşte diyor bitti. Sonunda geçti bu acı. Sonra bir şarkı çalıyor, bir güneş doğuyor ve bir bakıyor başladığı yerde duruyor. Bu sefer kendine daha çok kızıyor, küfürler yağdırıyor, başka şeylerle avunuyor. Ve zaman... Zaman hiçbir şeyi unutturmuyor belki ama alışmamızı sağlıyor. İşte insan, sonra buna da alışıyor.